Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

   "'Ama esas anlamadığım neden var olduğumuz. Nasıl değil, neden diyorum.' Kafası etrafında yörüngeye giren ateşböcekleri misali düşüncelerini izlemiştim. 'Varız çünkü varız,' demişti. 'Ne?' 'Buna benzemeyen türlü evren hayal edebiliriz ama olanı bu.'
   Ne kastettiğini anlamıştım ve söylediğine karşı değildim ama ona katılmıyordum. Sırf ateistsiniz diye illa var olma nedenlerine sahip şeyleri sevmemeniz gerekmez."
   Bir ömür verilen insan, yalnızca bir ömür... Pişmanlıkların, hataların ya da keşkelerin doldurduğu bir ömür. Bir ikincisi yok. Ve ne üzücü ki; yaşamayı öğrenmek gerçekten de bir ömür sürüyor. Ve bütün sorun da bir ömür süresince varoluş nedenlerimizi, 'raison d'être'leri bulmaya çalışmamız. Bilmiyorum, size varoluş nedenlerinizi bulun ve onlara sımsıkı sarılın demeli miyim? Ya da bu varoluş nedenleri mutlaka vardır ve insanın amaçsız olması mümkün değildir? Belki de bir hiç içinde bir hiç için yaşıyoruz. Bilemem. Ama inanabilirim. Ve nedenlerin olmadığı bir dünyaya inanmak istemiyorum. Açıkçası googolplex ve fazlası yılların, düşüncelerin, insanların ve kurulan insan bağlarının boşuna olması beni inanılmaz üzerdi.

   "Heykelleri azat edebilirdim, kendi mermerimden kendimi azat edebilirdim. Sevinci tatmıştım ama yeterince tatmamıştım. Yeterince sevinç mümkün müydü? Istırabın bitişi ıstırabı gayri meşru kılar ve bu yüzden ıstırabın sonu yoktur. Ne berbat bir karmaşayım."
   Ne berbat bir karmaşayız! Yaşamda varoluş amaçlarına inanmak da kimi zaman işe yaramıyor. Bazen bulduğunuz varoluş amaçlarınız size ait olmuyor. Koyu, karanlık bir ıstırabın kollarında, karmaşanın ve kaosun içinde buluveriyorsunuz kendinizi. Seslerin susmasını istiyorsunuz. Aşırı gürültülü geliyor bazen hayat ve bazen insanlar inanılmaz yakın. Ama sahiden birbirimizin kalplerini duyabiliyor muyuz bu yakınlıkta? Duyamadığımız ya da duyduğumuz zamanlar olur. Duymak istemediğimiz zamanlar olur kuşların uçuşunu. Ya da en acı verici olanı ise duymaya cesaretimiz yoktur. Duyduğumuz da kendimizi tutamayacağımızı ve bir omuza ihtiyaç olacağını biliriz. Ve cesaretimiz yoktur, çekiniriz. İnanılmaz çekiniriz. Ve her zaman ki gibi susup sıkılı yumruklarla bekleriz.

   "Yaşamayı öğrenmenin bir ömür sürmesi ne üzücü, Oskar. Çünkü hayatımı yeniden yaşayabilseydim her şeyi farklı yapardım.
   Hayatımı değiştirirdim.
   Bana gülmesine aldırmadan öperdim piyano öğretmenimi.
   Kendimi aptal konumuna düşürsem bile  Mary ile beraber yatakta zıplardım.
   Çirkin resimlerimi yollardım. Binlercesini."
   Ve evet hep böyle olmak zorunda. Yaşamayı öğrenmek hep bir ömür sürer. Evet, bir ömür. Ve evet, sadece bir ömüre sahibiz. Ve hepimiz ister genç, ister yaşlı, ister ölümlü ister ölümsüz hepimiz; yaşamayı öğrenmekten hiç vazgeçmeyeceğiz. Hep pişmanlıklarımız olacak ve hep ıstıraplarımız. Yeterince sevinç tatmamız hiçbir zaman mümkün olmayacak. Ama yine de ıslıklarımızla "I Am The Walrus" çalabiliriz değil mi?
   Jonathan Safran Foer'dan Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, Siren Yayınları'ndan. Meselimin sonuna gelirken diyorum ki; okuyun.

Yorumlar

  1. Keyifle okuduğum bir kitaptı. Dediğiniz gibi okunmalı.

    YanıtlaSil
  2. Varolusun sebebini ogrenmek icin bir muhattabin olmasi gerekiyor tabi. Cok meraklilar genellikle ya muhattap ararlar ya da muhattap yaratirlar. Yaratanlar, gercek olmasa da tatmin edici cevaplar alirlar. Gercege asik olmayan romantikler ya da drama queenler bu yolu deneyip guzel bir hayat yasayabilirler bence.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder