Hakkâri'de Bir Mevsim

"Burda yazılanlar, insancıl bir deneyin damıtılmış parçaları.
Ola ki, bir gün, yolunu şaşırmış ya da yolunu yitirmiş bir başka gezginin işine yarar."
   Gezginler hiç biter mi? Yolunu şaşıranlar, yitirenler ya peki? İnsan, insanlığını bildiğinden beri yazıyor. Yolunu yitirdiğinden beri. Yaşantılar, anılar, öyküler. Yazıyor. Okuyor. Daima. Durmaksızın. Gezmek biter mi? Bilmek biter mi ya! Kayboluyoruz ey Tanrım! Bu gezginler hep yitik. Her yol sarp dağlar, her yol karla kapalı. İlk bulduğumuz mağaraya sığınıyoruz. Yine yazıyoruz. Orada bile. Duvarlara kazıyoruz. Ağaçlara. Taşlara. Yorulmak nedir bilmiyoruz. İnsan insanlığını bulduğundan beri yazıyor. Ola ki; yitik bir başka gezgine yol göstere...

"Kafka, karabasanlarında gördü belki seni, ama adlandırmadı. (Ya da hiç girmedin onun düşlerine.)
Bilseydi, senin gibi bir yer var yeryüzünde
en korkunç kitabının konusu sen olurdun.
Tolstoy bilseydi seni
soyluluğundan bin beter utanırdı.
Ve kim bilir belki yazarlığından
—şimdi benim utandığım gibi—.
Avvakum bilseydi yakınında senin gibi bir kent
                                        olduğunu,
Kafkasları aşıp çile çekmeye sana gelir,
senin mağaralarında yaşardı.
Dostoyevski sürülseydi sana
Yer Üstünden Notlar'ı yazardı
ya da Suç ve Suç'u."
   Karabasanlarımızı yazıyoruz. Hayallerimizi. Aşklarımızı, sevgilerimizi. Umutlarımızı. Acılarımızı. Acılarımızı. Acılarımızı. Acı hiç biter mi? Dağları yazıyoruz. Karlı dağları. Soğuk dağları. Demir dağları. Dağlar hiç bitmiyor. Kışın soğuğu yakıyor dağlarda. İnsan dağlarda, insanlığını yitirmemek için yazıyor. İnsan dağlarda acıyı biliyor. Acıya hasret ve acıda tutuklu insan dağlarda. Acı hiç bitmiyor oralarda. Yitiriliyor kimi zaman ama hiç bitmiyor. Bir gün gelip çalıyor kapıları. En umulmadık günün en soğuk gecesinde. Bebeleri alıyor. Belki adamları kadınları. Dağın kanunları her zaman farklıdır ya. Sizi bilmez dağ. Siz dağı bileceksiniz. Dağları. Karlı dağları.

"İnsanlar ölmesin demiyorum
İstediğim ölümsüzlük değil
Ne kendim, ne başkaları için
İstediğim, çocuklar ölmesin"

   Dağın, soğuğun acımasızlığına dur diyemiyoruz. Peki ya, insanın acımasızlığı? Dağlarda ölen çocuklar, soğuktan ölen bebeler ya peki? Olmayan doktorların muayene ettiği ölü bebeler. Olmayan askerlerin öldürdüğü olmayan dağın adamları. Buna da mı dur diyemiyoruz? Neden bu dağlar hep bir sürgün yeri ve neden bu dağlar hep bir yüreği yakıyor. Dağlar soğuk. Dağlar acımasız. Ve dağlarda acı.
   Ferit Edgü, O, Hakkâri'de Bir Mevsim; Sel Yayıncılık'tan. Meselimin sonuna gelirken diyorum ki; okuyun.

Yorumlar

  1. Bazen inkar etmek istiyorum, ''Hayır arkadaşım, ilgilendirmiyor beni kitapların, okumak istemiyorum, hayır hiç kıskanmıyorum..'' diye.

    İnanırsak olur belki

    YanıtlaSil
  2. Ah be Orta Karar, inanalım soğuk mevsimin başlangıcına...
    Furuğ geldi aklıma nedense :)

    YanıtlaSil
  3. okumazmıyım, bu kış yeniden filmi de seyretmiştim. sıcacık yuvamda, güven içinde seyretmek çok acı vermişti herzaman ki gibi..

    YanıtlaSil
  4. Mağrur duruştandır belki..

    Zihinler fazla serbest çağrışıyor olabilir =)

    YanıtlaSil
  5. Buket;

    Beni de her zaman acıtan o olur. İzlediğime, okuduğuma değil de kendi rahat koşullarıma ve yapamadıklarıma sinir olurum...

    YanıtlaSil
  6. Fotoğraf ve fotoğrafla ilgili bölüme dikkat. Sontag'ın "Başkalarının Acısına Bakmak"ı ile birlikte okunmalı.

    YanıtlaSil
  7. Bu kitabı ilk aldığımda liseye gidiyordum o yıllarda kürt çoğrafyasıyla ilgili yazıp çizmek fena halde yasaktı. Ferit Edgü'nün cümleleri kurma biçimi, kafiyeleri, hiç bir edebi metoda uymayan teknikleriyle başım döndü. filmini izleyemedim ama kitabı her gördüğüme okuması için verdim. ilk hakkaride bir gün kitabımı böylece kaybettim. ikinci hakkaride bir gün kitabım bir yıl kaldı kitaplığımda. üçüncü defa kitabı satın aldığımda ilkini satın almamla arasında on yıl geçmişti. Ne ben on yıl önceki adamdım kitabı bitirdiğimde nede kürdistan çoğrafyası eskisi gibiydi. Ferid Edgünün edebi teknikleri ve uslubu için hala çok iyi diyebilsemde konuyu ele alış biçimi çok iğreltiydi. tam bir yerli halkları uygarlaştırmaya gelen modern insan, baştan sona kemalizm zırhı kuşanmış öğretmendi. hele muhtarın hoca sana bir karı satın alax çümlesi vardı ki kelimenin tek anlamıyla iğrençti. kitabı tekrar okumamın ardından filmi izledim. kürtçe diye le le - lo lo lo diye iki şarkı (şarkı diyebilir miyiz buna)vardı. karı alıp satan kuma peşinde koşa mutsuz aç çocukları hasta konuşmasını bilmeyen öğretmenlerin bakışıyla bile aşağladığı zavallı kürtlerle ilgili filme hem ulan biz eskiden kürtlerle ilgili böylesi basit bakış açılarını nasılda yüceltmişiz deyip acı acı güldük

    YanıtlaSil
  8. ekolojikveözgüryaşam;

    Film için konuşmayacağım aslında. Kitap hakkında konuşursak; o zamanlar için, o yasaklar içinde en azından bir şeyler söyleyebilmek cesaret ister, yadsınmamalı o kadar çabuk. Zaman her şeyi değiştirir. Kemalizm zırhı da çürür zamanla birlikte, merak etme. Ferit Edgü'nün ne düşündüğünü bilmiyorum, bilemeyeceğim. Ama eminim ki onun düşünceleri de zaman içinde değişmiştir. Karı almaya gelince, haklısın, iğrenç. Bu Doğu'ya özgü bir şey değil. Aynısı Batı için de geçerli pekâlâ. Sorun körlük. Körlük etnik kimliklerin değil, insanlığın sorunuyken, buradaki körlüğü Kürtlere yıkıp, yasaklamaya çalışan zihniyet evvela bozuktur. Epey oldu okuyalı. Bir sonraki okuyuşta daha bir dikkat edeceğim.
    Modernist görüşe gelince, ah, şu garip ülkem insanının hâlâ bel kemiğiyken, '77 yılı Türkiye'sinde, ah, bilmiyorum. Bir yerlerde bir silkinip kendimize gelmemiz lazım. Bunu bilir bunu söylerim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder