Ay ve Şenlik Ateşleri

   "Bütün kanların iyi ve eşdeğer olduklarını bilebilecek kadar dünyayı dolaştım. Ama yine de insan, kanını gelip geçen bir mevsimden daha değerli, daha uzun ömürlü kılmak için çaba harcıyor; kök salmaya, toprak, ülke sahibi olmaya çalışıyor."
   Bütün kanların iyi ve eşdeğer olduğunu bildiğimiz, ama gerçekten bildiğimiz; kendimizi herkesle bir gördüğümüz, ama gerçekten gördüğümüz o zaman gelecek mi bilmiyorum. Daha önce defalarca söylemişimdir, yine söylüyorum; dünyada egemen olan kuram körlüktür, unutmayın. Bizim herkesle bir olduğumuz, tüm dünyanın bizimle bir olduğu, aslolandır, tek gerçektir. Önemli olansa bizim bunu görebilmemizdir. Gözlerini açabileceklerin olduğuna inanıyorum, ve her daim kör kalacakların da.
   Gözlerini açanlar, onlar unutuldular. Gözlerini açanlar kanatlananlardır. Onlar toprağa tamah etmeyenlerdir. Onlar bağlanmayanlardır. Onların ödülü unutuştur, yitiştir, evrenle ve gerçekle bir olmaktır. İnsan olanların, kök salan ve güce tamah edenlerin cezası da hatırlanıştır.  Hatırlanmanın hoşa gidebileceği gerçeği insan için geçerlidir. Ve insanı aşmak mümkün mü? Ya da şöyle soralım; insanı aşmak istiyor muyuz gerçekten? Bilmiyoruz.

   "Niçin zaman zaman bir otomobilde, bir odada ya da çıkmaz bir sokağın dibinde bir kız cesedi bulunduğunu biliyordum şimdi. Onlar da, bu insanlar da çimlere uzanmak, kurbağalarla dost olmak, bir kadın boyu uzunluğunda bir toprağa sahip olmak ve orada korkmadan, gerçekten uyumak istemezler miydi? Hem burası büyük bir ülkeydi, herkese yer vardı. Kadın da vardı, toprak da vardı, para da vardı. Ama hiç kimse yeterince sahip değildi bunlara, hiç kimse nesi olursa olsun doymak bilmiyordu ve tarlalar, bağlar park gibiydi, istasyonlardaki gibi yapay tarhlar, dağ gibi demir yığınları vardı. Burası insanın benimseyip başını dinleyeceği ve başkalarına, 'İyi kötü tanıyorsunuz beni. Bırakın da iyi kötü yaşayayım burada,' diyebileceği bir yer değildi. Beni korkutan buydu. Birbirlerini bile tanımıyorlardı; o dağlardan geçerken hiç kimsenin oralarda hiç mola vermemiş olduğunu, bu dağlara hiç insan eli değmemiş olduğunu anlıyordunuz. Bu nedenle sarhoşları dövüyor, hapse atıyor, ölüme terk ediyorlar. Yalnızca sarhoşları değil, kötü kadınları da var. Gün oluyor, adamın biri bir şey elde etmek, tanınmak için bir kadını boğazlıyor, uykusunda başına bir kurşun sıkıyor,ingiliz anahtarıyla kafasını parçalıyor."
   Bilmiyoruz. Gerçekten, bilmiyoruz diye umuyorum. Ya bilmiyoruz ya da bildiğimizi bilmiyoruz. Tao Te Ching'de 71. mesel; "Bilmediğini bilmek büyüklüktür, bildiğini bilmemek hastalık." Hastayız o zaman. Gerçekten illetli varlıklarız. Kendi ilencimizden kurtulmamız lazım artık. İnsanın insan olması lazım. İnsan olmakla yetinebilmesi lazım. İnsanı aşmak isteklerimiz bizleri olmadık yerlere sürükledi. Artık yabancıyız hepimiz. Samimiyetimizi kaybediyoruz. Birbirimizi bilmiyoruz artık. Daha fazlasından vazgeçmeliyiz. Bir kadın boyu toprak ve iyi kötü tanıdığımız birkaç kişi ile iyi kötü bir hayat bizi mutlu etmiyor ise sorun nedir? Görmüyor musunuz? Hâlâ mı körsünüz?

   "Ne işine yarayacağını sanıyorsun? Dünyada durumu iyi insanlarla durumu kötü insanlar olduğunu görmesi ne işine yarayacak? Anlama yeteneği varsa, babasına baksın yeter. Pazar günü meydana gitsin yeter, kilisenin basamaklarında avuç açan, kendisi gibi bir topal vardır hep. İçeride de varlıklılar için, adlarının pirinç üzerine yazılı olduğu sıralar vardır..."

   Gerçekleri görmenin ne işe yarayacağını ben de bilmiyorum. Ama görmek istiyorum. Şenlik ateşlerini, ayı, kahverengi ve yeşil dağları, akan suları ve gülen çocukları görmek istiyorum. Benim ilencim, benim hastalığım da bu işte. Görmek istiyor, göremiyorum. Gördüğümü sanıyor, sanrılar içinde yaşamıyor muyum?
   Cesare Pavese, o görüyor muydu acaba? Ay ve Şenlik Ateşleri, Can Yayınları'ndan. Meselimin sonuna gelirken diyorum ki; okuyun.
   Daha aydınlık günlere...

Yorumlar