Gece

   "yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi
   çünkü yoktur dağların ve yaratılışın öncesi
   insan uzatır ellerini bir perdeyi çeker

   ve pazarsızlık kişiyi şaşkın eder
   siner buğular gibi düşüncemize
   her şeyin en haklısı en incesi


   beklemek bir tepenin mutluluğunu  
   bir acının yakıp geçmesini beklemek.."
Pazartesi; Yenilgi Günlüğü
   Her pazartesinin taşıdığı bu yenilmenin tohumu nedir? İnsanı yenilginin eşiğine getiren, onu en çok acıtan şey, aslında her pazartesi değil midir? Değil midir her pazartesi; sonsuz bir döngünün, kısır bir döngünün, her karanlık gecenin ve doğacak olan her aydınlık günün mütevaliğinin perdesi? İnsanı en çok acıtan şey sonsuz mudur yoksa sonsuza dayanamadığının o acı bilisi midir? Hiç durmaksızın, yürüdüğü, dönüp durduğu bu kasvetli ormandaki daireler midir insanı yenilginin eşiğine getiren? İnsan, sonsuza çektiği perdeyi, pazartesiyi kaybedince, hangi aynada bulabilir kendini? İnsan, kendini bulabilir mi ki zamanın ve yazının sonsuzluğunda?

   "Örnekten çok, ters imgeler yaratıyoruz karşımızda. Hangi ayna kendimizi gösterecektir bize? Sürekli bir yürüyüş içinde gibiyiz, bir lunaparkın eciş bücüş görüntü veren aynaları arasında.
   Bir örnek yaratıp bunun gerçekliğine inandıktan, kendimizden sonra da başkalarını inandırdıktan kelli, yaşayışımızı kendi ölçülerimizi kendimiz bulup uygulayarak gütmediğimizi nasıl ileri sürerler?"
   Sonsuzun içinde; tanrının yarattığı bir lunaparkın içindeyiz. Hangisi doğru ya da hangisi yanlış? Hangisi var ya da hangisi yok? Biz hangisiyiz? Sonsuz, bilinmezlik; insan usunun kavrayamayacağı bir hiçlik. Ne kadar yakalamaya çalışırsan o kadar belirsizliğe karışıyor avuçlarında. Bu yüzden sen de onu yakalamaktan vazgeçip, kendi yalanlarını yaratıp onlara tapınıyorsun. Yenilginin tohumunu taşıyan pazartesiler gibi. Ve kendini, başkalarını bildiğini; acıları paylaştığını söylediğin anlardaki gibi yalanlar. Yalanın kendisi değil mi her gün, her pazartesi, her salı, her çarşamba... Ya da bu yalanın, hiçliğin tekerrürü.

   "Ağrılar, acılar karşısında, herkes, herkesin, kendi gibi tepki göstermesini bekler; daha doğrusu kendi tepkisinden başka türlü bir tepki olabileceğini, gösterebileceğini değil usuna sığdırmak, o usun kıyıcığından bile geçirmez. Bunun içindir ki acılar, ağrılar, fiziksel öznelliklerinin ötesinde de paylaşılamaz. Kıskançlığımızı, benzemezliğimizi, indirgenmezliğimizi en çok bu alanda gösterir, savunur; insanları, belki de, en çok bu alanda küçükseriz. Karşımızdakinin tıpatıp aynı acıyı, aynı ağrıyı çektiği bir aygıtla saptanıp gösterilse, bu davranışımız, bu tutumumuz değişir mi? Sanmam."
   Acılarımız elimizdeki tek şey mi diye düşünmemeye çalışıyorum. Ancak, kavrayabildiğimiz, o aynalarda eciş bücüş de olsa fark edebildiğimiz, emin olabildiğimiz bir şey var mı? İşte bu yüzdendir, acılarımız, kim olduğumuzdur. Acılarımız, başkasından farklı olduğumuz gerçeğidir. Ve acılarımız, birbirimize verebileceğimiz tek şeydir. Acıların bitmesini beklemeyin. Çünkü, pazartesilerin olmadığı, sonsuzu insanın usu alamadığı sürece, ya da siz bu kavrayışın bilgisini avucunuzda tuttuğunuz sürece tükenmeyecektir acılarınız. Gece, size gösterecektir. Gece, acıların geri döndüğü andır. Gece, korkuların döndüğü andır. Gece, size kim olduğunuzu gösteren karanlıktır.
   Bilge Karasu. Gece, Metis Yayınları'ndan. Meselimin sonuna gelirken diyorum ki; bırakın gecenin karanlığı sarsın etrafınızı, gecenin kendisi de bir yalana dayansa bile.

   "Gece, insanların içinde uyuklayan korkuları uyandırdı; onları uyanık tuttu. Onları, yani hem insanları, hem korkularını. Bunu açıkça söylemek gerek.
   İnsanın yalnız aydınlık, gün yaratığı olduğu da masal. Korkularını bastırıp —ister uykuya dalarak, ister göz kırpmayarak— sabahı beklemenin, sabaha gene de ulaşacağını, kavuşacağını ummanın hazzını, öteden beri, duya duya yaşadığını kim çıkıp yadsıyabilir?
   Ancak gece ine dönüştür; ılık sularda yüzüş, yalanlardan pek çoğunun gerisine, öncesine dönüştür. Kendisi de bir yalana dayansa bile."

Yorumlar

Yorum Gönder