Kılavuz

   "Kişilere, nesnelere, kendine bağlanırsın; bir gün bunlardan koparsın da. Gerekeni yapmadığını düşündüğünde haklısındır, değilsindir, bilinemez ama, o anda, kopmuşluğunu yaşıyorsundur belki. Kopmuşluk, ölüm de demektir. Bir ölümü yaşarken -ya da, beklerken- bağını öldürmen, duyacağın acıyı azaltmak isteğinden ilerigeliyor da olabilir."
   Gerçek gibi gelmeyebilir. Ama ölüm var. Ancak, daha önceleri de söylemişizdir, ölüm, ölüm değildir her zaman. Ve bu ölüm, kopuş anının kendisiyle beraber gelir. Kopuş anı sizi saran tüm bağların kopmasıdır. Bağları koparıp koparmamanız gerektiğini size ben söyleyemem, ancak tek bildiğim; koparmak için bile olsa, bağların gerekli olduğudur. Kişi, birinci tekil şahışın elem veren yalnızlığından ancak bu şekilde sıyrılır. Yalnızlığın daha çekici gelip gelmediği tartışmaya dahil değildir. Çünkü kalabalıklar içine girmeden bilemezsiniz varlığını. Bağlar, gereklidir. Onların yaşamın bir kenarında bulunması gerekir. Kopmuş olsalar bile. Nitekim, asıl dikkat edilmesi gereken nokta; kopuş anının yaşandığı vakitlerdir... Bağlardan kurtulduktan sonra, insan acı hissetmeyi bırakabilir. Ve acı, dünyanın sınırıdır.

   "Kimseyi öldürmek usumdan geçmedi. Bunaldığımda, 'ölse, bütün bu tutsaklıklar, bu tedirginlikler biter.' diye düşündüklerim oldu ama bu bunaltılar pek kısa sürmüştür. Ölümlerin getirdiği özgürlük ise, boşluktu, yalnızlıktı, kuruluktu. Bunu da öğrendim.
   Buna karşılık, kendimi öldürmeği çok düşündüm. Tasarladım. Hazırlandığım bile oldu. Bunlar, bunalım anları değildi. Karara yakın şeylerdi. Hiç değilse öyle gibi geldi o sıralar. Çoğu zaman böyle bir kararın saçmalığı beni vazgeçirdi. Kimi zaman 'daha iyi bir an bulabilirim,' dedim. Bu cinayetli düşlerin ardında kendimi öldürmemle ilişkili bir suçlama mı var kendi kendime yönelmiş?"
   Kişi, acının sınırlarını aştıktan sonra, neler yapabileceğini tam olarak kestiremez. Kişi, dünyanın sınırlarını aşar acı hissetmediği zaman. Ve sınırları aşmak, çoğu kez ölümdür. Ya kişinin kendi ölümüdür, ya da kişinin tek tek kopardığı bağların diğer ucundakilerin ölümüdür. Evet, ölümün getirdiği özgürlük yalnızlıktır, boşluktur. Ölüm bir kopma halidir.  Yaşamdan. Kendinden. Sevdiklerinden. Kopmanın, yalnızlığın ya da boşlğun kötü olduğundan bahsetmiyorum burada, kişi, bağlarını koparmadan önce, ölümün gündüz düşlerini görmeye başlamadan önce, yaşamda duyduğu bütün özlemlerin farkında olmalı. Özlemleri giderip gidermemek, yine kendi elinde olsa da, özleme hâlinde olmayı sevenlerin de olduğunu bilirim. Ve bu yazı, bu satırlar, bu ben, her şeyi anlamak için, varım. Bilmenin özlemini çekiyorum hâlâ. Acının sınırlarını, dünyanın sınırlarını aşamadım.

   "Yarasalar, baykuşlar, kediler, gece karanlığının yaratıkları güçsüzlük anlarımızın uğursuz düşmanları, öncesiz bir korkunun kapkara ışınlarıyla çevreliyordu uyuyan adamı.
   'Usun uykuya dalması...' diyordu resmin altında Goya, '... canavarlar üretir.'"

   "Usun uykuya dalması," acının, dünyanın sınırlarının da kaybolmasıdır. Us uykuya daldığı an, güçten düştüğümüzün resmidir.  Ve ölüm, kendisini, en çok usun uykuya daldığu bu gece karanlığında gösterir. Uyuyan adamın istediği, çoğu zaman daha çok uykudur. Gecenin tüm karanlığına, ölümün tüm varlığına rağmen. Uyuyan adam uyandırılmak istemez, uyuyan adam, ışığın, aydınlığın yerine, karanlığı seçmiştir. Ve uyuyan adamı rahatsız etmek bize düşmez. Her şeyin sonunda; ne ben, ne de bir başkası size karanlığın mı yoksa aydınlığın mı daha iyi olduğunu söyleyebilir. Tek söyleyeceğim, acı çekmenin ve yeni bağlar kurmanın gerekliliğidir.
   Bilge Karasu'dan Kılavuz. Metis Yayınları'ndan. Meselimin sonuna gelirken diyorum ki; okuyun.

Yorumlar

  1. Bayılırım. O kadar. Bayılırım o kitaba.

    YanıtlaSil
  2. Bu kitabı okuduğumda önümde bir kılavuzla yola çıkmış gibi hissetmiştim kendimi. Nereye gittiğini kendi dahi tam olarak bilmeyen, şaşkın ama durgun, yorgun ama yoluna devam eden bir kılavuzdu.

    " 'Çok güzel' de diyebilirim. Ama biri soracak olursa, galiba, 'güzel' falan değil, başka bir şey söyleyeceğim, çok sıradan bir şey. 'Çok ilginçti' diyeceğim, 'çok şey öğrendim' diyeceğim... Bir ara, değiştiğimi, çok değiştiğimi sandım. Çok geçmeden anladım değişenin ne olduğunu: Yaşamım değişmiş. Hem de şaşırtacak ölçüde... Bir değişiklik daha var. Ona sizin ne diyeceğinizi merak ediyorum: Düşlerim değişti...
    ...

    Ölmeği beklemiyorum artık, ölmem gerektiğini söyleyen kimse yok. Ama gördüklerimden anladığım, düşün içindeyken anladığım, ölmüş olduğum... Herhangi bir şey gördüğümden değil, örneğin ölü yattığımı gördüğümden filân değil... Anlıyorum ki ölmüşüm... Ne iç açıcı bir gelişme, değil mi? "

    YanıtlaSil
  3. zor okunan kitaplar listesinde Kılavuz'da vardı, biliyormusun. yazarlar arasında zaten b.karasu da var.

    YanıtlaSil
  4. Mekânsal ve zamansal süreklilik ya da ardışıllık olmaması okunuşu biraz zorlaştırır, ama okurken uyanık kalmak gerekir elbet; uyuyan zihni uyandırmak.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder