Baştan Çıkarıcının Günlüğü

   "Yaşadığımız dünyanın görünmeyen yüzünde, ta arka planda başka bir dünya daha var; bu iki dünya arasındaki ilişki, tiyatrodaki esas sahne ile bazen gözümüze çarpan gerideki sahne arasındaki ilişki ile aynı. İnsan araya bir tül gererek daha aydınlık daha ruhani bir tül dünyası görür; bu dünyanın niteliği gerçek dünyadakinden farklıdır. Fiziksel olarak gerçek dünyada görünen birçok insan aslında bu dünyanın içinde değil, diğer dünyanın içindedirler."
   Sokağa çıkıp dünyaları arasına tül germiş insanlara, yaşayan, konuşan ve sürekli hareket halinde olan, beraber şarkılar söyleyip kadeh tokuşturan insanlara baktığımda soruyorum kendime çoğu zaman; acaba araya çektikleri şu tül perdeyle gerçekten ama gerçekten mutlular mı? Yaşamın bir yalan, görmek istemedikleri bir yalan olduğunu biliyor ve kafalarını çevirip yüz yüze bile gelmek istemedikleri bu arka planda kalan çehrelerde ne acıların yaşandığının farkında olup, gerçekten mutlular mı? Sokağa çıktığım, gezdiğim ve güldüğüm günlerin gecesinde, ben, mutluymuşum gibi hissedemiyorum hiçbir zaman. İç içe geçmiş suretler geceleri karanlıkta neden gözlerimi dolduruyor, neden acıklı bir türkü olup da kulaklarımda çınlıyor?

   "Kaybolan yolcu, çevresinin sürekli değişmesinde teselli bulur ve her değişimle birlikte çıkış yolu bulma ümidi tazelenir. Kendi içinde yoldan çıkan birinin hareket edebileceği o kadar geniş bir alanı yoktur; çok geçmeden çıkışı bulamayacağı bir döngünün içinde olduğunu algılar."
   Gözleri bu tülün aydınlığı ile kirlenmiş kişilerin bile aralarında en korkuncu, uçlarda gezen ve her şeyi yapmaya müsait olanı, gerekirse kendi sınırlarını bile zorlayarak sabredenleri, çoğu zaman kendi içinde yoldan çıkmış olanlardır. Başkalarının düşünceleri her daim davranışlarımızı belirliyormuş gibi görünse de, başkalarının görmediği alanlarda, kendi aklımızda mesela, yoldan çıkmamak için tek dayanağımız özsaygımızdır. Ve insan çoğu zaman kendi yalnızlığında kendini kaybeder ve bu özsaygıyı da yitirir. Bazen kendi karanlığımızı kendimiz aydınlatamayız ve ışığın dışarıdan gelmesi gerekir. Işığın başkası olmasının verdiği acıyı atabilmeli insan. Ve her şeyi kendi başına yapamayacağını, tek olmadığının, sırlarını açmanın, paylaşmanın ne demek olduğunu bilmeli.

   "'Benim' kelimesi ne anlama gelir? Bana ait olan değil, benim ait olduğum şey, benim varlığımın bütününü içeren ve ona ait olduğum müddetçe benim olan şey. Aynı şekilde, benim dediğim Tanrım bana ait değil, ben ona aidim, evim, yurdum, hevesim, özlemim dediğimde de aynı şey geçerli."
   Şunun şurasında kendimiz dediğimiz şey, başkalarından başka nedir ki? Başkalarının olmadığı, sadece kendimizin olduğu gerçeği bir yalan. Başkalarının olduğu gerçeği de yalan olabilir pekâlâ fakat yalnız olmadığımız bir dünyanın yalanlarını kabullenmek bana kendi karanlıklarımı kabullenmekten çok daha kolay geliyor açıkçası.
   Søren Kierkegaard'dan Baştan Çıkarıcının Günlüğü; Alakarga Sanat Yayınları'ndan. Meselimin sonuna gelirken, sizi günlerdir kafamı kurcalayan şu soruyla baş başa bırakıyorum:

   "Bir olayı hatırlamamız için bizden ne kadar uzak olması gerekir; ne kadar uzakta olsa, hatıraların özlemi artık ona erişemez?"

Yorumlar

  1. olayı hatırlamama oranı olayın üzerimizdeki
    etlisiyle doğru orantılı bence. yoksa zaman gibi
    uzaklık kavramıyla fazla alakası yok. her zaman içimiz de
    taşıyoruz sanki..

    YanıtlaSil
  2. Unutmaya çalışırken hatırlıyoruz... Hatırlarken unutmuş da olmuyoruz... Arkadaşımızın dediği gibi ''unutmak istediklerimizden daha yakın başka şeyler lazım''

    YanıtlaSil
  3. "Yusuf firavunun rüyasını tabir ederken şöyle eklemişti; bir şeyin rüyasını iki defa görürsen, tez elden hakikat olacak demektir."

    YanıtlaSil

Yorum Gönder