ZAMANIN FARKINDA

"Gerçekten şu an bilemiyorum, kendi hayatım başkasının gibi geliyor, başkasınınki de benim gibi. O vakitler, kendi hayatım olduğunu düşündüğüm, olmasını istediğim, benim ötemdeki, hayallerimin, çabamın, yeteneklerimin ötesindeki idi. Şimdiki de geçmişini benimseyip benim diyemediğim, şu anını da yine hep tadil ederek kendime inandırmaya çalıştığım, katlanılır göstermeye çalıştığım başka bir şey. Hiç hayatı olmamış gibiyim. Kendi olmayanın hayatı da olmuyor mu yoksa?"
   Ömür denilen şey insanın kendini ararken geçirdiği zamandan başka da bir şey değildir zaten. Gerçi zaman tam olarak nedir, onu da bilmem ama bir şeylerin beni bırakıp, beni daima ardında bırakıp, geçtiğinin pekâlâ farkındayım. Bendeki şu gözse, kör olasıca, hep kendinden başka yerde arar durur bir şeyleri. Kendine bir kez olsun dönüp de bakmaz, bakıp da görmez, görmek istemez. İşte böylesi yaşamların en sonunda, zaman geçer biz farkına varmadan, insan kendinde sadece baktıklarının anılarını bulur, fazlasını değil.

"Kendini kendinden ayırmak, etini sıyırmak ne zormuş, ne bağırtıcıymış, üstelik ne gürültüsüz yapılması gerekenmiş, ne yaptığını hiç belli etmeden içinde kendini bırakarak geçilen tünelmiş. Eski bağırtılarımı arar oldum. Sofradan, yemekten içmekten, kalabalıktan, insandan, anlatılanlardan, başka akıllardan, en hafif duygu ve hallerden, başkalarının dünyasından, yaptıklarından, acılarından... haberdar, ilgili olmak gerekiyor. Bu benim şimdiye kadar hiç değmediğim bir hal. Pek de belli edemiyorum; zaten hiçbir şey belli edemiyorum, gizli din taşır gibiyim. Bunlarla ilgili gibi görünmek, değerli bulur gibi yapmak, tahammül etmek o kadar zor ki. Kimseye de pek zor gelir hali yok; böyle yaşanıyor. Hep gözlerim dalıyor, içimdeki acıma mı, acınma mı, kendine acıma mı, her ne cehennemse hep harlı, hep şiddette. Kendimi layık hissediyorum, perişanlığa layık hissediyorum. Acaba gerçekten, ama gerçekten tüm hattımla perişan olsam iyileşir miyim? Ne güzel şey perişanlık, gerçek perişanlık, ne hafiflik, içindeki öyleymiş gibi yapanları süpürüp atan gürül gürül bir gerçek perişanlık, ah ne güzel, keşke perme perişan olsam, keşke mahvolsam."
   İnsan en sonunda kendine baktığında, gördüklerinden hiç mi hiç memnun kalmaz. Kendi görüntüsünden, aslından utanç duyar. Bu utanç, insana giydiği o sahte deriyi çekip atmasını şiddettle fısıldamaya başlar! İşte bu utanç duygusu başlangıçtır. Kendi olmanın başlangıcıdır bu utanç. Kendi olmak zordur. Kendi olmak giydiği, kuşandığı tüm sahtelikleri soyunmayı, utançla başbaşa kalmayı, utanç yüzünden perişan olmak istemeyi gerektirir. Öyle gerçek bir perişanlık ki; kendi dışında tüm her şeyi yakıp kül edecek!

"Elim, parmağımın ucu yansa feryat ederim, evet, üstelik bunlar yıkanmış ateş biliyorum, ama benim de anlayamamaktan içim yanıyor, sezememekten telef oluyorum. Bunların üstüne cehennem ateşine anlayışsızlığım yüzünden fırlatıldığımda kendimi suçlu, adi, hain hissetmeyeceğim. Bu sebeple ateş belki de bana burada duyduğum ateşin yanında serin gelecek. Bilsem, anlasam da anlayıp yüz çevirdiklerim yüzünden orda harıl harıl yansam ona cehennem derim, denir. Benimki ahmak ıslahhanesi gibi olacak aptallar, güçsüzler, çare bulmayanlar, günaha bile hakkıyla güç yetiremeyenler, adi bir sırıtışla çark edemeyenler, yüzüstü bırakamayanlar, kıvranıp oturanlar... Orada iyice kavrulup kabukları büsbütün kıvrılsa ne, bu onlara acı mı?"
   İşte insan, kendi olmak yoluna girdikten sonra öyle ateşlerde yanar, öyle azaplarda kaybolur ki artık gözünü ne cehennemin alevleri korkutur, ne de gerçek körlerin çatal dilleri. İnsan anlamaya ve sezmeye içinde hep duran ama fark edemediğini doğurduktan sonra başlar. İnsan kendini doğurduğu zaman, suların ve rüzgârın ferahlığını boğazında, göğsünde hissetmeye başlar. İnsan zamanın farkına vardığı zaman, azap biter.
   Şule Gürbüz'den Zamanın Farkında; İletişim Yayınları'ndan. O halde meselin de sonu, ölmeye dair olsun, şiire dair...

"Bir şairin anlattığı ve yansıttığı dünya benim sürekli bakışımdı. Üstelik onların çoğu bu bakışı zorla satın alırken ya da bir kere şiir yazmayı öğrendikten sonra aynı zehri farklı şekil ve hallerde sadece uyguluyorlardı. Onlar, içmeyen uyuşturucu satıcıları gibiydiler. Ben ve bazı benzerlerim şiirin zehriyle ayakta duracak gücü bulamıyor, sallanıp duruyor, her an hasta, her an ölecek gibi, yüzülmüş derimizle ortada duruyorduk. Çok şaşarım şiir sevenlere, okuyup geçenlere, kitabı kapatıp yemek yiyenlere, o bakışla yaşayıp da ölmeyenlere. Şiir sevilmez ki, öyle duyulur, öyle bakılır, hastalanılır, zehirlenilir, ölünür. Şiir sonunda öldürür."

Yorumlar

  1. Şule Gürbüz, beni çok etkilemiş bir yazardır. Çoşkuyla Ölmek kitabı çıktığında ismini duymuştum. Bu yazarın bu kadar beklendiğini henüz bilmiyordum. O zaman övgüleri çok önemsememiştim ama Murathan Mungan'ın Bir Dersim Hikayesi seçmesindeki öyküyü okuduğumda vurulmuştum. O kitaptan bir öykü seç deseler ilk seçeceğim öykülerden biri olurdu. Hemen daha çok araştırmaya başladım tabii. Kambur kitabını çok küçük yaşta çıkardığını öğrendiğim anda hemen gidip almış daha sonra Zamanın Farkında'yı okumuştum. Kambur, çok iyi metin olmasına rağmen, bana daha çok duygularına yenilip yazılmış bir metin gibi gelmişken bazı aynı konuları Zamanın Farkında kitabında işleyiş tarzı, dili ve felsefesi daha çok etkilemiştir beni. Şu ansa Coşkuyla Ölmek kitabını okumaya korkuyorum. Çok az yazmış bir yazar ve hiç bitmesin istiyorum. Bir daha ne zaman kitap çıkarır kimbilir. :)

    YanıtlaSil
  2. Gönül rahatlığıyla diyebilirim ki, okuduğum yazarlar arasında Şule Gürbüz'ün çok ayrı bir yeri var. Sanki dünyayı görmüş, görmüş de anlamış -anlamamaktan yakınsa da- nadir insanlardan. Ben hep şöyle düşünüyorum; bu tarz yazan yazarlar genelde az yazar. Çünkü anlatının dili, üslubu büyük ölçüde kendine dair. Çok yazarsa, kendinden bu kadar çok bahsetmekten yavaş yavaş soğumaya başlayacaktır. Zor yazarlar ama yazdıkları zaman tadından yenmez. İşte okunmaz, bitmesin diye saklanır. Ama önerim, saklamaktan vazgeç. Coşkuyla Ölmek de bir o kadar nitelikli. Akılsız Adam ve oğluna dikkat!

    YanıtlaSil
  3. off inanmazsın , bugün şehrimizdeki kitap fuarına gittim ama asıl almak istediklerimi almadan geldim. bunların arasında tabi ki Ş.Gürbüz var. daha önce de senden okumuştum. not almıştım ama bugün listemi almadan gidince böyle oldu işte. neyse netten kesin alcağım artık..

    YanıtlaSil
  4. fuar hemen bitti mi yahu, bir seferle yetinilmez, eş dost ile de gitmek lazım, her gidenle bir şeyler alınca, beş parasız kalınca o zaman fuar derim ben ona. :)

    YanıtlaSil
  5. ben sonunda gittim, bu sene az kitap aldım :)

    YanıtlaSil
  6. Hangimizin hayatı var ki? Hangimiz ve hangi cesaretle bakabildik ki aynalara ve aynaların içinden geçen zamanlara? Kim doğruca bakabildi ki kendine? Kim yaşadı kendini bütün denilen ama bir türlü bulunamayan o şeyle? Nasıl ki bir başkası olmak, olmak zorunda bırakılmak zorsa kendini aramak da o kadar zor aslında! Bulsan da bulamasan da ne çıkar varoluşun saçma anlamında?

    YanıtlaSil
  7. Merhabalar sayin Bocek Yiyen. Sayenizde bu kitabi aldim ve su an cok mutluyum. Boyle icten yazan, kendi olan yazarlar pek bulunmuyor. Buyuk sevap islediniz, umarim her sey gonlunuzce olur. Tesekkurler.

    YanıtlaSil
  8. Merhaba sayin Bocek Yiyen. Bu kitabi sizin sayenizde aldim ve cok mutluyum. Umarim boyle guzel yazarlari ve kitaplari daha cok tanitir, daha iyi isler cikarirsiniz. Sevgiler, saygilar.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder